Cezaevi Sözleri

Cezaevi Sözleriİçeriğimiz cezaevi sözleri, hapishane sözleri, mahkum sözleri ve bu konularla ilgili başka yazılardan oluşmaktadır.

Kimse başına neler geleceğini bilemez o yüzden burada yazacaklarımız herkes için geçerli olacaktır. Dikkat edilse bile insan elinde olmadan bazı şeyler yapıp istemeden dört duvar arasına düşebilir.

Sizlerinde yakınınız veya bir arkadaşınız varsa onlar için söylemek istediklerinizi buraya yazarak herkesin görmesini sağlayabilirsiniz. Kısa şekilde söylemek gerekirse kader mahkumları için söylenmiş sözlerden derlemeler hazırladık.

Cezaevi Sözleri

Çaycı, getir, ilaç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; köpük köpük, duman duman erisin!

Biz rengarenk hayatların renkli çocukları değil, karanlık bir hayatın kader mahkumlarıyız.

Mahkumluğun kelepçesini takmayan, özgürlüğün değerini, kıymetini nerden bilecek.

Kısa tutalım son sözleri hakim bey, ömür boyu müebbet yemiş hayallerimiz var.

Haklıların mahkum edildiği bir ülkede, bütün doğruların yeri cezaevidir.

Bir dost ve kardeş eliyle işlenmiş boncuktan bir tespih armağan geldi bana. Göz nuru dökülmüş, özenilmiş, içten bir selam gibi insandan insana. Değerini arttıran bu armağanın bir hapishaneden bir başka hapishaneye gelmesiydi.

Bulutlardan haber saldım sen gelecektin. Yağmur yağdı gözlerime sen silecektin ama taş duvarlar sıkar beni gönlüm dağlarda. Resmin çizdim hasret kokan duvarlarıma, güller diktim penceremin ön tarafına.

Etrafımda ağaçlar olmasa bile benim masmavi bir gökyüzüm var ne zaman bitecek cezam bilmesem de özgürlüğe olan inancım var parmağımda alyansım olmasa bile kolumda demirden bir kelepçem var 14adımda voltam tükense bile daha dışarıda yürüyecek çok yolumuz var…

İlgili Makaleler

Kimine göre kralım kimine göre yalanım ayık olsun bi memleket bn adamına göre adamım yok öyle teslim olup yaşamak umudunu dipsiz kuyulara atmak aynı gökyüzü altında savaşmak yaşamak değil hasreti çekmek zor güzeli unutmak değil özleyip de gardaşını görememek zor!

Kutu içinde beş ranza beş ranza içinde mezar çukuru soğur geceleri üşür fidelerim payımda yoksun bir bahar. Tutunamıyorum salkımlarına parmaklıklarına penceremde boy veren benzi tedirgin ışığa…

Pencereme ay düşmüyor artık, kirpiklerime yağmur yağmıyor. Güneşi özedim anne, yıldızlar kaymıyor. Çocuklarım çocukluğumdur gençliğim sürekli koşan bir at, kanadımı kırdılar anne hayallerim şimdi hayal oldu.

Çok şeyim oldu bu yaşa kadar: söğütten atım oldu, askerde mavzerim; bunlardan başka daha nelerim! Kerhaneden dostum oldu, hapsanede postum oldu; ben sonuncusunu severim.

Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, yastığım, ranzam, zincirim, uğruna ölümlere gidip geldiğim, zulamdaki mahzun resim, haberin var mı? Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş, karanfil kokuyor cigaram dağlarına bahar gelmiş memleketimin… Ahmed Arif

Hayat bir mezarmış çözemedim son kez ellerinden öpemedim uyan babam uyan kader utansın…

Yalnızlık nöbetleşe bir devriye voltasında eksilen-eksilten umutların. Zamana karşı duran bekçisiyim ben seni, pencereden içeri vuran deli bir rüzgardan dinlerim bazen ve düşünürüm seni seni, ahhh… Seni yanan cigarada susarak, susayarak bu mapushane gecelerinde…

Değerini arttıran bu armağanın bir hapishaneden bir başka hapishaneye gelmesiydi şiirde böyle bir şey olmalı diye düşündüm: en acımasız günde de savunabilmek inceliği. Ataol Behramoğlu

Sevdalınız komünisttir, on yıldan beri hapistir, yatar bursa kalesinde. Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar, en âlâ mertebeye ermiş yatar, yatar bursa kalesinde. Memleket toprağındadır kökü, Bedreddin gibi taşır yükü, yatar bursa kalesinde. Yüreği delinip batmadan, şarkısı tükenip bitmeden, cennetini kaybetmeden, yatar bursa kalesinde.

Süngüye çekilirim dar mapuslara çırılçıplak düşlerimle akşama dar vakte kadar sigara dümanına bırakırım mahzunluğumu.

Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…

Bir dost ve kardeş eliyle işlenmiş boncuktan bir tespih armağan geldi bana. Göz nuru dökülmüş, özenilmiş, içten bir selam gibi insandan insana.

Bileklerimizi morartmış yeni alman kelepçeleri. Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra, sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, başımızda prensip sahibi bir başçavuş, Niğde üzerinden adana cezaevine gidiyoruz… Bi sen eksiktin ay ışığı gümüş bir tüy dikmek için manzaraya! Can Yücel

İçin acır beli edemezsin özlersin beli edemezsin isyan edersen ne çare kimse feryatlarını duymaz Allah bütün kader mahkumların yardımcısı olsun Allah kurtarsın.

Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: filânca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya…

Hani bir dışarda olsam, belki günlerce, uyumam. Sabahları yok artık o kahpe uyanışım. Duvarda kaldı gözlerim. Dalmışım.

Ranzalar belimi acıtıyor anne, güneşimi kapatıyorlar. Dayanamıyorum artık, nerde dost, nerde akraba. Gardiyan ışıkları kapatma, mahkum karanlıkta özgürlüğünü arayamaz.

O kadar yakındasın ellimi uzatsam değecek kadar demir parmaklıklar tel örgüler kalın duvarlar var buda geçecek sabır…

Her gecenin sabahında ölür sanki mahkumlar çünkü her gece bir hayale uyurlar sabahları başka kabuslarla uyanır ve her gün aynı günün tekrarı gibi geçer ne zordur mahkum kalmak

Biz hiçbir şeyi zamana bırakmadık, her şeyi Allah’a emanet ettik…

Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum…

Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır.

Hani bir dışarda olsam, hep yürürüm, durmam. Benimle beraber yürür gökyüzü, toprak, hürriyet, benimle beraber. Gökyüzü, toprak ve hürriyet, ne güzel şeyler.

Tüm kader mahkumlara öncelikle af yakınlarına da sabır dilerim Allah yardımcınız olsun tabi benimde.

Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta… Halimi düşünüp yanma Mehmed’im! Kavuşmak mı? Belki… Daha ölmedim!

Merak etme yeri geldiğinde dik yürümeyi de biliriz savcı bey!

Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın. Solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana.

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; köpük köpük, duman duman erisin!

Göklerde kartal gibiydim kanatlarımdan vuruldum mor çiçekli dal gibiydim bahar vaktinde kırıldım.

Duvar duvar duvar sana ne desem ki ah incitmeden gözlerini mahkûmun her taşını kırmalı bir bir gerisi laf-ü güzaf.

Üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar.

Kurşun ata ata biter yollar gide gide biter; ceza yata yata biter; aldırma gönül, aldırma.

Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Adaleti olmayan bir semtin zifiri karanlığında kayboldu gitti gençliğimiz.

Gardiyan süre bitti dediğinde, anlarsın o zaman vefasızca gidişleri…

Yar olmadı bana devir her günüm bir başka zehir hapishanelerde demir parmaklıklara sarıldım.

Fotoğraflara bakmak hasret giderseydi, cezaevindekiler tahliye beklemezdi.

Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken..

Gece ve gündüzün bir önemi yok; sensizliğin rengi hep aynı.

Başın öne eğilmesin, aldırma gönül, aldırma. Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül, aldırma.

Bunu da yaz hâkim bey umutsuz olan bedendir hayaller değil!

Biz rengârenk hayatların renkli çocukları değil, karanlık bir hayatın kader mahkûmlarıyız.

Mahkum Sözleri

Cezaevinden anneme: Pencereme ay düşmüyor artık, kirpiklerime yağmur yağmıyor. Güneşi özledim anne, yıldızlar kaymıyor. Çocuklarım çocukluğumdur gençliğim sürekli koşan bir at, kanadımı kırdılar anne hayallerim şimdi hayal oldu.

Hani bir dışarıda olsam, hep yürürüm, durmam. Benimle beraber yürür gökyüzü, toprak, hürriyet, benimle beraber. Gökyüzü, toprak ve hürriyet, ne güzel şeyler. Hani bir dışarıda olsam, belki günlerce, uyumam. Sabahları yok artık o kahpe uyanışım. Duvarda kaldı gözlerim, dalışım.

Bizim hiç bir hürriyetimiz yok, hiç bir hürriyetimiz, ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek, sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi, ben burada en büyük çileyi doldurayım, ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç. Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur, ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım. A. Kadir

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; köpük köpük, duman duman erisin!

Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta… Halimi düşünüp yanma Mehmed’im! Kavuşmak mı? Belki… Daha ölmedim!

Gönlüme, hapis oldum çıkamıyorum İçimdeki parmaklığı aşamıyorum Avluya çıkıp, hücreme dönüyorum özgür uçan kuşların ardından bakıyorum. Ne zaman af çıkar… Yüreğim inan bilmiyorum.

Bu gün görüş günümüz. Dost kardeş bir arada. Telden tele, mendil salla el salla. Merhaba! İzin olsun hapishane içinde. Seni, senden sormalara doyamam. Yarım döner sigaramın ateşi, gitme dayanamam! Enver Gökçe

Duvar duvar duvar sana ne desem ki ah incitmeden gözlerini mahkûmun her taşını kırmalı bir bir gerisi laf-ü güzaf.

Cezaevine girdim yemyeşil ağaçlar, içeriye girdim kesildi saçlar, dediler mahkumluk burada başlar, döküldü gözümden yaşlar.

Ne karaymış alnımdaki yazılar. Ah dedikçe ciğerlerim sızılar. Arkamdan ağlıyor körpe kuzular. Mapushane gurbet ele benzemez.

Sizin geceleriniz güzeldir, buzlu viskilere limon sıkılır. Bizim geceleri görseniz çıldırırsınız. Sessiz duvarlar üstümüze yıkılır. Yılmaz Güney

Ne yazık ki insan kendi hapishanesinin anahtarını bulamıyor, hatta çoğu zaman asıl mahpusun kendisi olduğunu bile anlayamıyor. Kürşat Başar

Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın. Solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana.

Adaletli olmalı insan kırıldığı kadar derin kesmeli, çektiği acının iki katını sadaka bırakmalı kahpelik edene!

Üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar.

Toz pembe hayallerimizin tozunda geçiyor ömrümüz. Hayalini kurduğumuz her şeyin hayalini görüyoruz!

Nihayet anladım ki darağacının dallarına bahar uğramazmış. Müebbet yemiş mahkuma bir aşka vuslat sorulmazmış.

Koğuşları katlı katlı, idarelerinde mahkum saklı anam, babam beni ister bırak gidem mapushane.

Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken.

Çıkmaz bir sokakta paket oldu bütün hayallerim, şimdi çıkmayan bir tahliyenin ardında gençliğim.

Göklerde kartal gibiydim kanatlarımdan vuruldum mor çiçekli dal gibiydim bahar vaktinde kırıldım.

Görüş gününü bekleyen bir mahkum gibi sevdim seni. Gözleri kör pencerede, kulağı demir sürgüde.

Volta atıyorum yine koca dünyamın, daracık avlusunda. Vücuttan habersiz yürüyor artık bacaklarım.

Biz rengarenk hayatların renkli çocukları değil, karanlık bir hayatın kader mahkumlarıyız.

İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar. Victor Hugo

Başın öne eğilmesin, aldırma gönül, aldırma. Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül, aldırma.

Zindanlar her ne kadar kör ve karanlık olursa olsun, onu aydınlatacak kadar gücümüz vardır.

Biz ağladığımızda bir nedeni oluyor da, bulutlar ağladığında bir nedeni oluyor mu?

İdam masasında asılsa da ümitlerimiz, Azrail’e bile inat on numara gülüşlerimiz var!

Mahkumluğun kelepçesini takmayan, özgürlüğün değerini, kıymetini nerden bilecek.

Romantik sözler yazıyoruz diye kimse bizi ponçik zannetmesin biz cezaevi çocuğuyuz.

Kurşun ata ata biter yollar gide gide biter; ceza yata yata biter; aldırma gönül, aldırma.

Adaleti olmayan bir semtin zifiri karanlığında kayboldu gitti gençliğimiz.

Mahkumun attığı her voltada çekilen göz yaşı ile büyük bir özlem vardır.

Fotoğraflara bakmak hasret giderseydi, cezaevindekiler tahliye beklemezdi.

Mapusta attığım volta da çektiğim acıda, akıttığım gözyaşında yine sen vardın.

Kısa tutalım son sözleri hakim bey, ömür boyu müebbet yemiş hayallerimiz var.

Gece ve gündüzün bir önemi yok; sensizliğin rengi hep aynı!

Bunu da yaz hakim bey; umutsuz olan bedendir, hayaller değil.

Gardiyan süre bitti dediğinde, anlarsın o zaman vedasızca gidişleri.

Haklıların mahkum edildiği bir ülkede, bütün doğruların yeri cezaevidir.

Sizin geceleriniz güzeldir, buzlu viskilere limon sıkılır. Bizim geceleri görseniz çıldırırsınız. Sessiz duvarlar üstümüze yıkılır. Yılmaz Güney

Cezayı aslana, sevdayı çekene sor!

Mesafeler uzak olsa da duâlar da buluşan yürekler var.

Bunu da unutma hakim bey kelepçe vurulmaz umutlara.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir