Şükrü Erbaş şiirleri

Şükrü Erbaş’ın en güzel ve kısa şiirleri

7 Eylül 1953 yılında Yozgat’ta doğan şair, 70 yaşında olup Antalya’da ikamet etmektedir. İlk şiir kitabı “Küçük Acılar” 1984’de yayınlandı. Şükrü Erbaş şiir anlayışı olarak yer yer anlatı özellikleri taşıyan, lirik, halk şiiri ve folklordan beslenmiştir. İkinci Yeni etkisinde kalmış ve daha sonra toplumcu şiire yönelmiştir. Fakat o hiçbir zaman belirli bir akıma ve ekole bağlı kalmamıştır. Genel olarak şiirlerinde yaşama sevinci, toplumun meseleleri, hatıra, hüzün, acı, karamsarlık, isyan, keder, huzursuzluk, hayaller, yalnızlık ve aşk gibi konuları işlemiştir. Şükrü Erbaş aşk şiirleri arasında “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları” en sevilen eserlerinin başını çekmektedir. “Kuş Uçar Kanat Ağlar” ve “Senin Korkularını Benim İnceliğimi” diğer önemli eserleri olarak kabul edilir. Bu yazımız içerisinde Şükrü Erbaş’ın en kısa şiirleri de dahil olmak üzere en güzel 15 şiirini hazırladık.

Şükrü Erbaş şiirleri;

1. Ağaran Bir Suyum

Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikçe daha güzel

Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
Sular daha soğuk rüzgâr daha serin

Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi

Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti
Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum

Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak

Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor
İçimden geçenleri söyledim sanıyorum

Birisi bir şarkı söylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu

Kısa söz basit eşya kedi sevgisi
Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında

Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak.

Şükrü Erbaş şiirleri

2. Bir Özlemin İzdüşümü

Eğri çizgiler dalgın
İki kaşım üzerinde
İki kaşım üzerinde bir ağrı
Gözlerim yanıyor günlerdir
Gözlerimde bir yangın.

Bir yanım gündelik şeyler
Evdir ekmektir
Yaşadığım kaskatı;
Bir yanım olmadık türküler söyler
Yoldur özlemdir
Benim en güzel düşlerim
İçimde kaldı.

Bir yerlerim eksiliyor günlerdir
Bir yerlerim eriyor
Günlerdir başımda bir esrik bulut
Ben süt mavilerde umarken günü
Aykırı sularda akşam oluyor.

Şükrü Erbaş şiirleri

3. Küçük Acılar

Ağzı çirkin bir kadın
Yalnızlığında bile
Gülmeye utanıyor
Bu da bir acıdır.

Gecesiz sabahlara
-Uykular öksüzü-
Bir çocuk uyanıyor
Bu da bir acıdır.

Bir adımı diğerinden
Kısa düşüyor, bir topal
Hızla yanından koştular
Bu da bir acıdır.

Esrik gülüşleri tufan
Gözleri bayram
Dağıldılar çok sürmeden
Bu da bir acıdır.

Çocuklarda bir telaş
Her akşam kapılarda
-Bize ne getirdin baba?
Bu da bir acıdır.

Nice dik yürüse de
Eğildi dar geçitlerde
Uzun boyları kırık
Bu da bir acıdır.

Büyük kentlerde biri
Belli ki yer garibi
Dili sorar gözleri lâl
Bu da bir acıdır.

İnce iri, uzak yakın
Günlerimiz acıların
Çaprazında birer tutsak
Bu da bir acıdır.

Şükrü Erbaş şiirleri

4. Çocukların Uçurtmalarına Benziyorsun

Çocukların uçurtmalarına benziyorsun
Biliyor musun…
Rüzgârı hiç dinmeyen bir mavilikte
Güneşli sular gibi gülümsüyor yüzün.
Ve ben çok aşağılarda
Katı ülkesinde toprağın
Tutulmuş heyecanına
Titreyerek izliyorum süzülüşünü…

Bir hazin hızla uzaklaşıyor her şey…

5. Kutsal Kalabalık

İnkâr ve kabul, hece ve gökyüzü, imkân ve acı
Büyük cezaymışsın özgürlük, öğrendim sonunda.

Beni bir gölge doğurdu
sudan ağaçtan rüzgârdan eksik
Gittim ki benden yapılmış boşluktu her yer.

Geniş zamanlı sözler söyledim inanıp güzelliğe
Eyvah ki kalbin minesi akşamla soldu.

Bir eşikmiş suların gittiği, ne kadar akarsa
Herkes ne çok severmiş seni mutsuzluk.

Oturdum kirpiklerden ayetler indirdim aşka
Ey aralık kapıların Tanrısı, dünya senin nen olur.

Uzun çarşılarda bulanık adamlar, sevmesem de
Gelip ağzımda harf harf yalnızlık açarlar.

Ey kendine acımaktan yapılmış sevgi
Nerden bulalım seni özgür kılacak geçmişi.

Yaşamak diye gittim kaç kez unutup zamanı
Önümde bir tabut ardımda bir mezarlık.

Ayna kırıldı. Işık yok. Yalnızlık bitti.
Sen en büyüksün ey kutsal kalabalık!

Ardıç ağaçları… Bana da bir kuş, kaderinizden
Yoksa yapraklarınızdan bir musalla taşı…

Şükrü Erbaş şiirleri

6. Döktü Rengini Sessizce

Eflatun esintiler içinde titredi incecik
Aynı içten kokuyla iki ayrı erguvan
Birisi bir küçük evin içedönük bahçesinde
Süsledi sevgisini iki pembe avucun
Öbürü bir mezar başında öksüz
Döktü rengini sessizce…

Şükrü Erbaş şiirleri

7. Kar Yağışı

Yalnızlığın sesinden bir resim yaptım
Karanlık kalabalıklardan süzdüm ışığını.
Akşamüstüyle boyadım vazgeçen ağzını
Parmaklarını uzattım gece suları gibi ıssız
Salkımsöğütlerden bir beden çizdim usul
Hiçbir rüzgârın duruşunu bozamadığı
Bütün yağmurları topladım yapraklarına.
Sonra tüm yolcuların silindiği bir ufuk
Örttüm kâkülleriyle alnının üşümesini.
Puhu kuşlarının avazını yerleştirdim dudaklarına
Uzanıp uzanıp öptüm sonra acıyla.
Gözlerini kapalı çizdim görmesinler diye kimseyi
Madem görmeyecekler bundan sonra beni.
Astım saçlarından odamın boşluğuna…

Uzun sustum, ey durmadan konuşanlar
Geçmedi üşümem
Ben bir aşkın kar yağışından geliyorum.

8. Üç Nokta

Büyük konuşanlar
Alınlarında eğri olmayanlar
Yalnız yükseği görenler
Herkesin ortasında yürüyenler
Bütün ışıkları yananlar
Sesi menevişsizler
Güzü küçümseyenler
Gözyaşına arkasını dönenler
Kendini mutluluk bilenler
Sessizlikten korkanlar
Yalnız eşyalarına gülümseyenler
Öyküsünde öteki olmayanlar
Kederle kirlenenler
Aynası buğusuzlar
Kışa yolu düşmeyenler
Kalbi ölüm mühürlüler
Penceresi dışa açılmayanlar
Aşktan utananlar
Güzelliği kimsesizler
Dili şiddet olanlar
Gövdesi sözünden önce gelenler
Dünyaya dokunmayanlar
Unutanlar, unutanlar
Ey tek heceli darlık…

O mevsimim ki herkesten yapılmış
Üç noktayla biten bir cümleyim artık.

9. Uçurum

Yeni yeni anlıyorum
Yaşarken ölümünü düşünüp de
Ağlayan annem…

Seni sevincin hanesinden
Düşüren dünya
Başladı beni de bir kenara atmaya.

Işık çekiliyor yalım yalım
Sular değiştirdi yatağını
Yeni dallar buldu rüzgâr kendine.

Kime elimi uzatsam aşk diye
Kesiyor yollarımı
Kalbimle tenim arasındaki uçurum.

Ölüm alıştırıyor usul usul kendine
Alarak elimden dünya sevinçlerini
Ne kadar haklıymışsın anne…

Şükrü Erbaş şiirleri

10. Saklı Su

  • Fatma Dikmen’e saygıyla –

Bütün uzaklara gittim
Hepsinin de dönüşü vardı.

Toprakla güneş arasında kısılmış bir çocuk
Yakamı hiç bırakmadı

Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim.

Gözyaşına batmış bir kadın
Hâlâ emzirir ezikliğimi.

Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor.

Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim.

Deniz Gezmiş için çırpınan kız
Bilmek istiyorum şimdi nasıl yaşıyorsun.

Elif elif ağlardı Zeki Müren dinlerken
Neden bir kar yağışıdır anneannem aklımda.

Bir mitingde gözlerimin dolması
Ben sosyalizmi hep sevdim.

Onurudur ömrümün Amsterdam’da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü.

Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilk gençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.

Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten “asude bahar ülkesi” mi?

Şükrü Erbaş şiirleri

11. Kimse Temizim Demesin

Sonra onlar çılgınlık bitip
Sürü dağılınca, yapayalnız gecelerde
Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili
Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı
Asaf’ın ateşlere karşı çaldığı?

Bir otel odasında gencecik çocuklar
Çırpındıkça bir yudum soluk için
Üzerine benzin döküp oynayanlar
Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını
Dudaklarında duman ve yanık et kokusu
Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?
Sevgisiz bir Tanrı’nın kinle büyüttüğü
Ölüme tapınan o siyah adamlar
Onlar birgün yağmurlardan sonra
Güneş salkım salkım dallarda yanarken
Rüzgârdan utanıp sudan korkmazlar mı?

Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün
Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde
Onlar, saz kırıp şiir yakanlar
İçlerinde gezinen kederi bir türküyle
Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz
Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini?

Kimse temizim demesin, kimse
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet’in yangınına.
Onlar, secdesi küf, kıblesi korku olanlar
Onlar bir gün ölüm menevişlenince içlerinde
Tütmez mi kirpiklerinde “dumanı lekesiz biri”?

12. Denizin Ayrıcalığı

Kül uzun sürer, demiştim
Yenilgisini kutsayan bir sesle
Yalnız benim gördüğüm bir uzaklığa bakarak.
İstanbul’u insanın evi yapan
Bir yakınlıktı gövden ve sözlerin
Ihlamur yapraklarından gamzeler alan
Ellerin binlerce göldü masada.

Gölgesi uzun bir yoldan gelmiştim.
Polis çemberinde kaybolmuş caddeler
Yalnız kendi suretini soluyan odalar…
Ne suların aktığı yer, ne rüzgârın ülkesi
Herkes bir yerinden örtüyordu güneşi.
Sesinde denizin büyük ayrıcalığı
Sen bir başka uzaklığa bakarak konuşuyordun:
“Düşü olmayanın yenilgisi de olmaz
Yaşadığı her şey dokurken ömrünü
Pişmanlık insanın kendine kötü bir oyunu.”

Gözlerin mi düşlerim mi bilmiyorum
Masmavi büyüyor bozkır geldiğimden beri.

Şükrü Erbaş şiirleri

13. Dağlarda Ölsem

Bir dağ kovuğuna daha çok küçük yaşları
Alıp çıkarsam ayrılıklardan o çocukları.
Götürüp gün ışığı ile yıkasam yüzlerini
Acılarını rüzgâra tutsam bir zaman.
Gövdeleri yufka ekmekler kadar ince
Parmakları anılarda salkımsöğütler
Saçlarına yağmurlardan taraklar vursam.

Sonra alıp bir soba başında ısıtsam.
Bu bahçedir desem bu ev bu yatak
Bu ılık minderi anne yüreğinin
Bu bitkin bir babanın karıncalaşmış sesi.
Evlerden sokaklara sokaklardan evlere
Seni bekliyor bütün oyunlar
Bütün mevsimler seninle ilkyaz.
Hiçbir türkü keder vermeyecek artık
Hiçbir pencereden kötülük gelmeyecek.

Bütün gözyaşlarını toplasam kirpiklerden
Bütün silahları bir meydanda yaksam
Sonra çıkarıp mezarlardan ölüleri
Dili göğe değen ateşlerin çevresinde
Öperek kaybolmuş zamanları gövdemle
Bütün acıları aşka çevirsem

Olmazsa gidip o çocuklarla dağlarda ölsem.

14. Aynı Yürek Lekesi

Babam gelirdi ve akşam olurdu.
Bahçedeki akasya ağacı
Gün boyu biriktirdiği kuşları
Birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.
Siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.
Kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi.
Ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.
Yalnızca gaz lambasıyla konuşan
Bir diş gıcırtısıydı babam.
Kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.
Tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç.
Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.
Ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
Ne kadar susarsa o kadar terlerdi.
Boncuk boncuk döktüğü ter,
Hep uzağından geçen kadınların
İçinde göveren gözleri miydi?
Babam en çok kışa yakışırdı.

Bütün oyunlarımız
Başkalarının evlerine bir güzellemeydi.
Annem babamın günahları için
Bir namaz yumağı hâlâ.
Ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler…
Babam neden yalnızca içince güzeldi.
Şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi
Süt kokularına yayılıp duruyor.
Babam on altı yıldır
Ölüme saçmalığını anlatıyor.

15. Senin Korkularını Benim İnceliğimi

Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi
Ne kapanan kapılar
Ne yıldız kayması gecede, ne güz
Ne ceplerde tren tarifesi
Ne de turna katarı gökte
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık

Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek
Birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun
İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde

Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin
Parmaklarını sözüne pınar edememek
Uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça
Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun
Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
Ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
Yalnızca gölge vermesi ağaçların
İyiliğin küfre dönmesi ayrılık
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı
Hüznün arması, süren korkusu inceliğin
Ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?
Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını
Boşluğa bir boşluk katmadığını
Kar yağdırmadığını yaz ortasında

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı
Ben bulutları gösterirken “Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna”
Yanıt aramanla halkalanmış
Aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı
Türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip
“Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?” dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce
Şiir okumayacağım bir süre
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim
Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım
Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında
Gençliğimi anımsamak için
Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye
İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim
Mican türküsünü asacağım yerlerine
Falcı kadınlara inanmayacağım artık
Trafik polislerine adres sormayacağım
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye
Fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne
Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım
Nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım
Şaşırma! Yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken
Ömrüm azala azala akarken önümde
Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken
Senin korkularını
Benim inceliğimi doldurup yüreğime
Bıraktığın boşluğu yonta yonta
Binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü Erbaş şiirleri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir