İstanbul şiirleri

Bu sayfada
- Arif Hikmet Par Bizans göründü karşıdan şiiri
- Fazıl Hüsnü Dağlarca Fetih zamanı şiiri
- Ender Şahin İstanbul şiiri
- Orhan Veli Kanık İstanbul Türküsü şiiri
- Ender Şahin İstanbul’umu özlüyorum şiiri
- Ali Asker Barut Kızkulesi şiiri
- İbrahim Minnetoğlu İstanbul’un fethi şiiri
- Necip Fazıl Kısakürek canım İstanbul şiiri
- Ümit Yaşar Oğuzcan İstanbul şiiri
- Faruk Nafiz Çamlıbel İstanbul Şehremini Cemil Paşa’ya şiiri
- Nazım Hikmet İstanbul’da şiiri
- Abdülhak Hamid Tarhan İstanbul düşman istilası altında iken Çamlıcada şiiri
- Attila İlhan İstanbul ağrısı şiiri
- Nizami Sunguroğlu İstanbul şiiri
- Ziya Osman Saba İstanbul şiiri
- Emrah Ceylan sevgili İstanbul şiiri
- Tayyip Atmaca İstanbul şiiri
En Güzel İstanbul şiirleri kısa sayfamızda, amatör ve ünlü şairlerden İstanbul ile ilgili şiirleri bulabilirsiniz.
Arif Hikmet Par Bizans göründü karşıdan şiiri
Geldik surların önüne,
 İçimizde garip bir sevinç
 Tamamlamışız vuslatın tadını
 Böyle hiç.
Yeditepe kardeş kardeş gülümser,
 Boğaz’ın mavi rüzgârları,
 Bir esinti sarhoşluğu içinde
 İstanbul sizin der.
Elbet bizim olacak İstanbul,
 İnanmışız,
 Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen
 Bu nurlu bahar içinde yıkanmışız.
Temiz ellerimizde açacak,
 İstanbul çiçek çiçek.
 Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak,
 Yarın Bizans göklerine yükselecek.
Arif Hikmet PAR
Fazıl Hüsnü Dağlarca Fetih zamanı şiiri
Havanın mavisinde, denizin yeşilinde
 Bir türkü, Orta Asya’dan beri duymuşuz.
 Anamızın sütünden bayraklara kadar
 Yüce fetihle büyümüşüz.
Yakmış gecemizi yıldızlar
 Burçlardan yana uyanmışız.
 Bir yazı gibi tepeler alnında
 Yazılmışız, silinmişiz.
Nur ile kuvvet ile aşk ile
 Kaderin büyüsünü bozmuşuz.
 Görmüşüz suretini güzelliğin
 Koca feleklere görünmüşüz.
Cihanın yarısı gök;
 Önünde şehit şehit durmuşuz,
 Cihanın yarısı İstanbul
 Almışız.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Ender Şahin İstanbul şiiri
Benden öncede sana aşık olanlar vardı
 Benden sonrada oldular.
 Ne aşklar yaşandı sende,
 Ne aşklar son buldu yine sende.
 Hiçbir güzel senin kadar sevdiremedi kendini,
 Hiçbir sevgili unutturamadı seni.
 Rüzgarın birbaşka eser akşamlarında
 Sonbahar bir başka sarıdır yapraklarında
 Yedi tepen gelinlik giyer kışlarında
 Çiçekler erken açar erik ağaçlarında
 Yazı yaşayamaz olsamda kıyılarında
 Sen benim ilk ve son aşkımsın İSTANBUL..
Ender ŞAHİN
Orhan Veli Kanık İstanbul Türküsü şiiri
İstanbul’da, Boğaziçi’nde,
 Bir garip Orhan Veliyim;
 Veli’nin oğluyum,
 Tarifsiz kederler içinde.
 Rumelihisarı’na oturmuşum,
 Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
İstanbul’un mermer taşları;
 Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
 Gözlerimden boşanıyor hicran yaşları;
 Edalım,
 Senin yüzünden bu halim.
 İstanbul’un orta yeri sinema;
 Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
 El konuşur, sevişirmiş, bana ne?
 Sevdalım,
 Boynuna vebalim!
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim.
 Bir fakir Orhan Veli;
 Veli’nin oğlu,
 Tarifsiz kederler içindeyim.
Orhan Veli KANIK
Ender Şahin İstanbul’umu özlüyorum şiiri
Anıların Koynunda bir sevda yaşıyorum
 Dantel işlemeli perdelerin pencerelerini süslediği
 Naftalin kokusu ile çiçek kokularının kucaklaştığı evleri olan
 Arnavut kaldırımlı sakakların
 Ahşap direklere takılı lambalarla aydınlatıldığı
 Sabahları kumru sesleri ile uyandığım
 Bahçe duvarlarından sarkan hanımellerine dokunduğum
 İstanbul’umu özlüyorum.
Ender ŞAHİN
Ali Asker Barut Kızkulesi şiiri
Denizin ortasında
 Uykusu kaçmış bir gemi
 Bütün ışıklarını açıyor
 Uzaktan çapkın çapkın
 Göz kırpıyor deniz feneri
 Ay doğuyor, sandallar toplanıyor bir araya
 Kaçın kurası Üsküdar vapuru
 Saat başı görücü gönderiyor
 Güvertesinden bir kuşu
 Onunsa derdi başka bambaşka
 Her şairle ayrı
 Adı çıktığından beri
Ali Asker BARUT
İbrahim Minnetoğlu İstanbul’un fethi şiiri
Aştık geçilmez dağlar üstünden
 Öyle vakur, öyle heybetli
 Vardık ot bitmeyen vadilere
 Ayağımız değdi yeşerdi!
Gönlümüzde büyüklüğü Asya’nın
 Yıktı köhneliğini orta zamanın
 Zamanın karanlığı ortasında
 Şimşek örneği parlayan kılıcımız
 Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere
 Eskilik, karanlık düşüverince yere,
 Dağlar, denizler misali,
 Yol verdi gemilere!
Sustu kulakları tırmalayan çan;
 Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan!
İbrahim MİNNETOĞLU
Necip Fazıl Kısakürek canım İstanbul şiiri
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
 Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
 İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
 O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
 Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
 Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
 Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
 Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canim;
 Vatanim da vatanim…
 İstanbul,
 İstanbul…
Tarihin gözleri var, surlarda delik;
 Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
 Bulutta saha kalkmış Fatih’ten kalma kir at;
 Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
 Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
 Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?
 Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;
 Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet…
O manayı bul da bul!
 İlle İstanbul’da bul!
 İstanbul,
 İstanbul…
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
 Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
 Oynak sular yalının alt katına misafir;
 Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
 Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
 Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
 Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
 Cumbalı odalarda inletir katibi mi…
Kadını keskin bıçak,
 Taze kan gibi sıcak.
 İstanbul,
 İstanbul…
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
 Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler…
 Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
 Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
 Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
 Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
 Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
 Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
 Türkçesi bülbül kokan,
 İstanbul,
 İstanbul.
Necip Fazıl Kısakürek
Ümit Yaşar Oğuzcan İstanbul şiiri
Evin içinde bir oda, odada İstanbul
 Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul
 Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
 Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul
 Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
 Çekmeğe başladı, oltada İstanbul
 Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
 Şişede İstanbul, masada İstanbul
 Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
 Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul
 İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
 Nereye gidersen git, orada İstanbul.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Faruk Nafiz Çamlıbel İstanbul Şehremini Cemil Paşa’ya şiiri
Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde
 Geniş ufukları efsanevi hikayelerin
 Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,
 Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde…
 O mai dalgaların bu sesiyle perverde
 Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,
 Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin
 Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.
 Bütün bedayi’-i ezman, nefais-i a’sar
 Bu mai çehreli İstanbul’un beyaz ve uzun
 Ufuklarında bulur penah şi’r ü füsun
 Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;
 Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var
 Bütün tulu’ ve gurubunda, subh u leylinde
Faruk Nafiz Çamlıbel
Nazım Hikmet İstanbul’da şiiri
İstanbul’da, Tevkifhane avlusunda,
 Güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra,
 Bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm yerde su birikintilerinde kımıldanırken,
 Ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak,
 Ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa hepsini taşıyarak;
 Dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm.
1939 Şubat, İstanbul Tevkifanesi
Nazım Hikmet
Abdülhak Hamid Tarhan İstanbul düşman istilası altında iken Çamlıcada şiiri
Hey Çamlıca mehtabı ne olmuş sana öyle?..
 Küskün duruyorsun.
 Bir şey kuruyorsun.
 Seyrinle ıyan et bana, ilham ile söyle:
 Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
 Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet.
 Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin
 Bir sâha-i nilî.
 Ey neyyir-i leylî,
 Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin
 Bir şeb ki, zîrinde küsûfun,
 Seyrangehi olmakda tuyûfun.
 Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl..
 Bir âh-ı müebbed.
 Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
 Ey şi’r-i muakkad
 Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab
 Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb
 Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli
 Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun.
 Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b;
 Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb.
Abdülhak Hamid
Attila İlhan İstanbul ağrısı şiiri
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
 Yıldızlar kaynarken
 Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
 Sen
 Eğer yine İstanbul’san
 Yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
 Pançak pançak şiirler tüküreceğim
 Demek yine ben
 Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
 Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
 Yahudi sokaklarını aydınlatan Tel Aviv şarkıları
 Mavi asfaltlara çökmüş
 Diz bağlıyor
 Eğer sen yine İstanbul’san
 Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
 Sirkeci Garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
 İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
 Anadolu üstlerine bakıp bakıp
 Ağlayan
 Sen eğer yine İstanbul’san
 Aldanmıyorsam
 Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
 Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
 Yine senin emrindeyim
 Utanmasam
 Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
 Kendimi yani şu bildiğim Attila İlhan’ı
 Zehirleyebilirim
 Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
 Tarla başı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
 İmtihan çığlıkları yükseliyor Üniversite’den
 Tophane İskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
 Direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
 Uykusuz dalgalanıyor
 Ulan İstanbul sen misin
 Senin ellerin mi bu eller
 Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
 Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
 Liman liman götüren
 Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
 Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
 Neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
 Antenlerinden
 Neden
 Peki İstanbul ya ben
 Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
 Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
 Ya benim kahrım
 Ya senin ağrın
 Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
 Çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi
 Burgu burgu içime boşalttığın
 O senin ağrın
 O senin
 Eğer sen yine İstanbul’san
 Yanılmıyorsam
 Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
 Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
 Satır satır okumak istediğim
 Sen
 Eğer yine İstanbul’san
 Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
 Ulan yine sen kazandın İstanbul
 Sen kazandın ben yenildim
 Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
 Yine emrindeyim
 Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
 Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
 Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
 Yanılmıyorsam
 Sen eğer yine İstanbul’san
 Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
 Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
 Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
 Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
 Kaç kere yazdım kim bilir
 Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
 1949 Eylül’ünde birader mırc ve ben
 Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
 Sana taptık ulan
 Unuttun mu
 Sana taptık.
Attila İlhan
Nizami Sunguroğlu İstanbul şiiri
Nice büyük komutan tutuştu senin için.
 Almak için mevlaya yalvardı için için.
 Nasip oldu sonunda, O muhteşem Fatih`e
 O büyük zafer ile damga vurdu tarihe.
Yedi tepe üstüne kurulan koca şehir.
 Sana kavuşmak için olmuştuk koca nehir.
 Allah, Allah diyerek, atıldık yedi koldan
 Gemileri yüzdürdük, dağ tepe susuz yoldan
Kaptı şanlı sancağı çıktı Hasan surlara.
 Siper etti güğsünü, o zalim okçulara.
 Bir Hasan binler oldu, atıldılar ileri
 Şehit olmak dileği, Fatih`in şanlı eri.
Koskoca İstanbul`u hediye ettin bize
 O muhteşem günde atı sürdün denize.
 Her biri bir Fatih`ti kahraman askerlerin.
 Büyüdükçe büyüdü, isimsiz neferlerin.
Çağ atlattın dünyaya İstanbul`u almakla
 Bir er gibi savaştın, kalbindeki bayrakla.
 Bu yüce savaş için, feyz aldın Peygamberden
 Kalkta bak koca Fatih, yattığın o yerinden.
Boğaza gerdan taktı, torunların sonunda.
 Adını senden aldı, inci gibi boynunda.
 Göklere yükseliyor, Sinan`in eserleri.
 Bir rüya gibi hala, İstanbul`un her yeri.
Nizami Sunguroğlu
Ziya Osman Saba İstanbul şiiri
Seni görüyorum yine İstanbul
 Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
 Minare minare, ev ev,
 Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi’nden doğru
 Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
 Mavi sular üstünde yine
 Bembeyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
 Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
 Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
 Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım!
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
 Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
 Bir gün bir kızını benim eden
 Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
 Elimi tutar gibi iki yanımdan,
 Babamın yattığı Küçüksu,
 Anamın toprağı Eyüpsultan.
Önümde, açık kollarıyla boğaz,
 Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı.
 İstanbul, İstanbul’um benim,
 Kadıköy’ü, Üsküdar’ı…
Gün olur, Köprü ortasında durur
 Anarım, Adalar’da çamların uykusunu.
 Gün olur, Beyoğlu’nu özler içim,
 Koklamak isterim Tünel’in kokusunu.
Bulut geçer üstünden,
 Gemi gelir yanaşır
 Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
 “İçi dolu çamaşır.”
Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
 Kırlarında bilirim baharı,
 Herşey içimde, herşey,
 İstanbul yadigarı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
 Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
 Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
 Öpüp başıma koymak istediğim şehir!
Ziya Osman Saba
Emrah Ceylan sevgili İstanbul şiiri
İstanbul`um, nazlı yârim:
 Yedi Tepeli gözlerinin şehveti,
 Bakışlarından `boğaz`ına uzanıyor.
 Boğazın iyi yüzü, dünyanın iki sûreti…
Beyoğlu`nda keyifli bir gece; içtiğim kadehsin.
 Yudumlarken şarabımı, öpüyorum dudaklarından.
 Dudağımdaki kadehsin,
 İçiyorum seni doyasıya..
Beşiktaş iskelesinden çaresizce seyrediyorum seni;
 Seyrim Kadıköy`de iniyor,
 Yürüyor umarsızca Bahariye`de; gecenin bir yarısı.
 Bir göz, bir bakış arıyor, bulamıyor geçmişten…
Sarayburnu`ndan, eşsizliğini
 Seyre daldığımda Ayasofya`ya nazır;
 Martıların sesinde duyumsuyor,
 Gözlerimle sevişiyorum seninle.
Sanki kendi evimin kara sularıdır Haliç,
 Hasköy`den Piere Loti`ye uzanırken hissettiğim koku,
 Sevgiliyle içeceğim çayın âdeta demidir.
 Haliç`li çayın buğusu, teleferikle Eyüp Sultan`a salınmakta..
Galata Kulesinin üst katından
 Seyrediyorum vücudunun en güzel yerlerini..
 Prangalı mahremiyetinin `giz`lerini,
 Yüreğimin derinliklerinde arıyorum.
Yaşattığın bunca acı, bunca keder;
 O eşsizliğini unutturmana yetmiyor.
 Bebek`ten Hisar`a uzanan bir pazar sabahı,
 Güzelliğin, kahvaltıda bana eşlik ediyor.
Her sevgili,
 Sende özdeşleşerek;
 Sende onları, onların ruhunda seni görerek;
Yaşıyorum seni `İstanbul`…
 Yaşıyorum seni `Sevgili`…
 Mart 2007
Emrah Ceylan
Tayyip Atmaca İstanbul şiiri
Her gece düşümde gel diyen sendin
 Geldim ve dayandım kendi kendime
 Aradığım adresini terk etmiş
 Kendinden korkan bir korkuluk oldum
 Gelir geçer yağmur yüklü bulutlar
 Çatlar dudakları susar İstanbul
 Ağız ağız değil sözler yalama
 Hangi yüzü insan hangisi şeytan
 Bakınca insanı seçen göz nerde
 Nerede yüreği hallaç olanlar
 Tuttuğum taşlara yapışır elim
 Kanatır dilini susar İstanbul
Parklarda yollarda canım çocuklar
 Evine bir ekmek götürmek için
 Çöpten boyunları çıt çıt kırılır
 Beş yaşında Kadıköy`de sahilde
 Darbuka morartır parmaklarını
 İçini boğaza kusar İstanbul
Gündüz çeker gider dert gece başlar
 İnsan ormanını bir çığlık yakar
 İki hisar iki köprü su susar
 Ara sıra toprak oynar yerinden
 “Merdi namert yokuşunda vururlar”
 Yarasına tuzu basar İstanbul
Taşrada gördüğüm İstanbul meğer
 Değilmiş burada filim icabı
 İçi başka dışı başka yakıyor
 Dökülen ar namus kaldırımlardan
 Sabrın sınırına gelir dayanır
 Köprüde kendini asar İstanbul
Tayyib Atmaca
 
 



berbat bir site
arkadaşlar bu çok güzel yamışllar en çokta ORHANVELİ’yiçok sevdim ya çok tebrik ederim….:D
süperrrr dermişiimmmm :p
harika bir şiirler varrrr
iğrenç ya mal
berbat bir şiir