Dostluk Hikayeleri

Dostluk hikayeleri sayfamızda, çok güzel arkadaşlık ve dostluk hikayelerini kısa olarak bulabilir ayrıca kendinizde dostluk hikayesi yazarak katkıda bulunabilirsiniz.

Gerçek Dostluk Hikayesi

Günün birinde iki dost varmış her ikisi de çok iyiymiş ama biri saf diğeri ise kurnaz ve açık gözlüymüş. Açık gözlü olan dostun şirketi batmış ve dostundan para istemiş bana borç para verir misin dostu ne demek sen benim en iyi dostumsun demiş ve bütün servetini vermiş.

Aradan günler geçmiş açık göz olan işlerini büyütmüş işlerinde ilerlemiş ve dostunun yanına gitmiş senden bir şey istiyeceğim senin nişanlının çok beğeniyorum bana onu verir misin demiş saf olan o benim nişanlım ama sen benim en iyi dostumsun demiş ve veririm demiş ve vermiş.

Aradan aylar geçmiş bu saf olan dostun bir gün işleri bozulmuş ve dostunun yanına gitmiş ve ondan iş istemiş en iyi dostu ona iş vermemiş tabi bizim saf olan dostumuz biraz ezilip büzülmüş ve dışarı çıkmış yolda yaşlı bir adam oğlum çok hastayım bana şu reçetedeki ilaçları alır mısın demiş ve cebindeki son para ile adamın ilaçları almış ertesi günü bir avukat dün ilaçlarını aldınız yaşlı adam öldü ve tüm mal varlığını size bıraktı demiş çocuk şaşırmış ama bu serveti kabul etmiş çünkü ihtiyacı varmış.

İşlerini yoluna koymuş ve tam arkadaşının şirketinin karşısına bir ev almış. Niyeti sadece en iyi dostunu görebilmekmiş. Bir gün kapısına yaşlı bir teyze gelmiş oğlum çok acıktım bana yemek verir misin demiş adamda teyze veririm ama bir şartla benim yanımda çalışır mısın hem bana yardım edersin hemde karnın doyar demiş. Teyze kabul etmiş ve aradan 3 sene geçmiş kadın ona oğlum artık senin evlenme çağın geldi sana bir eş lazım demiş. Çocuk bu durumu kabul etmiş ve tamam teyze tanıdığın biri varsa evleneyim demiş. Kadın bizim orada çok iyi bir aile kızı var seni onunla baş göz edelim demiş ve en iyi arkadaşına nikah davetiyesinden yollamış.

Düğün günü gelip çattığında çocuk mikrofonu eline alıp dostlar size bir diyeceğim var demiş. Günün birinde benim en iyi dostum vardı bir gün işleri battı benden para istedi bütün mal varlığımı ona verdim demiş. Benden nişanlımı istedi gözümü kırpmadan ona verdim demiş. İşlerim bozuldu yanına gittim iş istedim bana sana burada iş yok dedi demiş ve o sırada diğer dost kapıdan içeri girmiş. Misafirler size bir diyeceğim var demiş. İşlerim battı ondan borç para istedim verdi bende ona sonra parasını geri verdim. Nişanlısını istedim çünkü nişanlısı ona göre bir kız değildi. Yolda karşısına bir adam çıktı ona parasını verdi o benim babamdı kapısına bir teyze gitti ondan yemek istedi o benim annemdi evlenmek istedi evleneceği kızda benim kız kardeşimdir demiş.

Şimdi siz söyleyin gerçek dost kimdir?

Bir Arkadaşlık Hikayesi

Bir hastane odası iki yatak ve hayatla ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası.Yataklardan biri pencere önünde diğeri duvar dibinde.Pencere önündeki Sabahtan akşama kadar pencereden dışarı bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeden, aynı kaderi paylaşan bir şey görmeyen hasta arkadaşına anlatıyor!

-Bugün deniz dünden daha durgun. Rüzgar hafif esiyor olmalı. Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyorlar Kuğu gibi süzülüyorlar.

-Park mı? Ha, park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu ikisi boş. Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Elleri birlerinden hiç ayrılmıyor. Şimdi erkek kızın saçlarını okşuyor, ne kadar birbirlerine yakışıyorlar.

-Erguvanlar bugün çıldırmış öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış. Erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş. İşte Parkin neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk balonlar var ah kardeşim görmelisin.

Bu böyle sürüp giderken her gördüğünü anlatıp dururken ansızın bir kalp krizi geçirir pencere kenarındaki. Duvar dibinde düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir. Ama ama yapıyor işte şeytan karışıyor işine. Arkadaşı ölürse pencere kenarı boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne dek kulaklarıyla duyduğunu gözleriyle görecek ve duvar dibindeki düğmeye basmaz ve arkadaşı ölür. Ertesi gün duvar dibinde olan yatağını pencere kenarına taşırlar. Beklediği an gelmiştir artık yattığı yerden pencereden dışarı bakar.

Dışarıda Kapkara bir duvar işte hepsi bu kadar.

Kırlangıç ve Adam Hikayesi

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık..tık..tık..

Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Biraz meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış, şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış.

`-Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini, niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım`.

Adam birden parlamış.

`-Yok daha neler? Durduk yerde sende nereden çıktın şimdi? Olmaz, alamam` demiş.

Gerekçesi de pek sersemceymiş. `Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?`

Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş:

`Adam, adam! Hadi aç şu pencereyi. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam!`

Adam kararlı, adam ısrarlı: `Yok, yok ben seni içeri alamam` demiş. Biraz daha kabalaşmış ve lafı kısa kesmiş. `İşim gücüm var, git başımdan.`

Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: `Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hemde sende yalnızsın, yalnızlığını paylaşırım` demiş.

Bazıları gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş.

`-Ben yalnızlığımdan memnunum` demiş. Kuştan onu yalnız bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca başını önüne eğmiş, çekip gitmiş.

Aradan zaman geçmiş. Adam önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş:

`-Hay benim akılsız başım.`demiş.

`-Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte.

`Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: `Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Bende onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim` diye düşünmüş ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş ama onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki;

-Kırlangıçların ömrü 6 aydır.

Baba Oğul Dostluk Hikayesi

Genç adam artık büyüdüm der gibiydi, çıkışır gibi konuştu:

– Benim de dostlarım var baba!

Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı:

– Oğul, gerçek dostu bulmak zordur.

Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi:

– Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler!

Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için.

– Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına.

Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı.

– Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi?

Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı.

– Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş? Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam:

– Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak.

Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken:

– Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi.

Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki… Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu:

– Hayırdır, bu da ne? Delikanlı;

– Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü tamamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi.

Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra.

Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri.

Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü.

– Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş!

– Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak?

Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı.

Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek;

– Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin?

Bizimki kendini tanıtıp olan biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp:

– Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce.

Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı.

– Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin.

Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost!

Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu.

Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyı vermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının.

– Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın.

Olan-biteni gülerek dinledi adam.

– Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun.

Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı?

Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu.

Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı:

– Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız.

Bir Kaç Saatlik Dost Hikayesi

Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis;çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan servisleridir.

Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı. Akşam tedavilerini henüz bitirmiş, ofiste cay içmeye gitme telaşındaydım. Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep dağılmış, saç bas karışmış yorgun bitkin bir haldeydim, tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım. Ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu . Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim; karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu, içlerinde çocuklarında bulunduğunu damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin icapçı beyin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.

Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu: Ne yapalım? Bırakalım ölsün mu bu insanlar? Gelmek zorundasınız!
– …
– Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz çok önemli bir davetti madem.
– …
– Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?

Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak acil servisine gittim. Her yer kan revan içinde ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu kalabalıkta sağlıklı bir is nasıl yapılırdı bilmiyordum ama herkes elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu.

Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp, ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor, yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde basında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yas arası bir genç vardı, gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu.

Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun başına giderek ilgilenmeye çalıştım. şuuru yerindeydi konuştuklarımı anlıyor, fakat cevap veremiyordu. son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum, onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Ellerimi sımsıkı tutuyordu, “bırakma dercesine” gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim, eğildim yanaklarından öptüm. “Bırakmayacağım seni sakin ol, üzülme sakın” diyordum hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynısını çekiyordum.

Çok acı çekiyordu; hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum. Avucumu bırakmasıyla kendime geldim. O artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor içimden lanetler yağdırıyordum. Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti. Hastanın daha doğrusu ex( ölmüş) gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yemekli bir davetten gelmişti. Acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizi mi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olay müdahale etmişlerdi bile.

Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti . …..

Seni yeniden andım KEREM; ruhun şad olsun; hayattaki bir saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost.

İyi ki Vardın Sevgili Dostum Hikayesi

Sessizce süzülüyordu yaşlar gözlerinden ve yanaklarındaki derin çizgilerde kayboluyordu. Etrafındakilere belli etmemeye çalışıyordu. Herkesin üzüntüsünü ifadesi başkaydı tabi ama o biliyordu ki bu acı onun acısıydı ve etrafındakilerin bunu anlamasını bekleyemezdi. Kim teselli edebilirdi ki yüreğindeki acıyı, teselli etmeleri de gerekmiyordu. O bu acıyı da yaşamalıydı dostluğu yaşadığı gibi.

Kaybettiği 50 yıllık dostuydu. İyi gün, kötü gün, bir ömürdü paylaşılanlar. Bir sürü yaşanmışlık gizlenmişti gözyaşlarına… Mutluluklarını paylaştığı anları anımsadı birden ve mutluluk gözyaşlarını.. Yaşamda denge vardı ve şimdi acının gözyaşlarıydı akanlar. Olsun buda yaşanmalıydı. Öyle kıymetliydi ki kaybettiği dostu, her şey değerdi ona.. Bu acıda ona aitti.. Yaşamalıydı..

Cenaze katılımcılarıyla yavaş yavaş ilerlemekteydi. Onu görebileceği bir mesafeden izliyordu ve onunda onu izlediğini biliyordu. Ölüm var mıydı? Nereye gidiyordu sevgili dostu!.. Yaşarken de çok severdi seyahat etmeyi, işte buda bir başka seyahat değilmiydi.

Zihni onunla ilgili anılarla dolup taşıyordu, hangisi önceydi, hangisi sonraydı. Ne çok anısı vardı hatırlanacak ve ne çok an varmış yaşanmışlığın ardında zihinde kalan. Sevinç duydu birden, ne mutluydu ki onca anı ile onu hep içinde yaşatacaktı. Onun seyahate çıktığını düşünecek ve onu beklemeyecekti. Öyle ya bazen dostlar ayrılır ve tekrar karşılaştıklarında bıraktıkları yerden yeniden devam etmezlermiydi.. Bunu da öyle bir şey gibi düşündü ve belki artık bu yaşamda değil ama bir başka yaşamda yeniden bıraktıkları yerden başlayabilirlerdi. Kim bilir? Onu nerede olsa tanırdı!

Ya onu hiç tanımasaydı , ya hiç hayatında olmasaydı. İşte o an acının yerini büyük bir hüsran ve kaybetmişlik duygusu sardı. Gerçekten kaybetmek buydu, hiç tanımamak. Oysa ki o onunla tam 50 yıl paylaşmıştı. Dolu dolu bir hayatta her şeyiyle.. İnsanın her ne yaşarsa yaşasın yaşadıklarını özgürce birisiyle paylaşabilmesi ne hafifletici bir duyguydu, eleştirilmeyeceğini bilmek, her haliyle, doğrusuyla yanlışıyla, iyisiyle kötüsüyle her haliyle kabul görmek. Ve hep sevildiğini hissetmek! Sır kalmaz aranızda, maskeler yoktur, duyguların en derinine inersiniz ve sizi dinler, dinler… İşte böyle biriydi o onun için..

Gecenin bir yarısı ihtiyacı olduğunda, uykunun ortasında bile o sımsıcacık sesini duyardı… ne kadındı ne erkek.. Siz neyseniz oda o olurdu. Kocaman sevgi dolu bir yüreği vardı , aklından evvel gelirdi duyguları ve hissettikleri. Acıysa acıyı, sevinçse sevinci coşkuyla yaşardı benliğinde ve yansıtırdı cömertçe….

Peki bunca paylaşılmışlığın, yaşanmışlığın içinde o ona sevgisini belli edebilmişmiydi? Hepimiz yaşamın hızı ve karmaşasında, zihnimizdeki önceliklerimiz, yaşamdaki önem verdiklerimiz derken zamana sıkışmış anlarımızda sevgiye yer verebiliyor muyuz? Yoksa her şeyi ertelediğimiz gibi bir kaç sevgi sözcüğünü, bir sıcak kucaklaşmayı, ten temasını, sesin büyüsünü unutuyor muyuz? Hiç mi vaktimiz yok o değerli anlar için…

Düşündüğünde tüm bunları; dostuyla her anı dolu dolu yaşadığını ve onun varlığını hep hissettiğini ve ona da hissettirdiğini anımsadı. Bazen sevgi sözcükleri aynı anda çıkardı dudaklarından… Dostluk; dost kalabilmek ve dostluğu yaşatabilmek yaşamdaki paha biçilmez en önemli erdemlerden biriydi onlar için …

Tören bitmek üzereydi , dostunu; “İyi ki vardın sevgili dostum! İyi ki vardın. Seni seviyorum ”sözleriyle uğurladı son yolculuğunda…

At İle Dostluk Hikayesi

Tarihin çok ünlü filozoflarında LAO-TZU’nun çok sevdiği ve devamlı anlattığı bir hikaye varmış. Ünlü filozof bu hikayeyi yine bir gün yakın çevresine şöyle anlatmış.

Vaktiyle bir köyde hem yaşlı hem de fakir bir adam varmış. Bu ihtiyarın dillere destan bir de atı varmış. Zamanın kralı bu atından dolayı ihtiyari kıskanmadan edemezmiş. Kral atı almak ihtiyar adama neredeyse hazinesinin çoğunu vermek istemiş ancak ihtiyar bu teklifi kabul etmemiş.

-Bu sadece bir at değil, aynı zamanda benim en yakın dostum; insan hiç en yakın dostunu satar mı? Diye çevresindekilere serzenişte bulunurmuş.

Bir gün sabah kalkmışlar ki, ne görsünler at ortada yok.

Köylü toplanmış ihtiyarın başına ve vermiş veriştirmişler:

Seni akılsız ihtiyar. Şimdi gördün mü olanı, atın çalındı. Ne olur da krala satsan da sen ve tek oğlun ömrünüzün sonuna kadar beyler gibi yaşasanız! Demişler. İhtiyar adam gayet sakin bir şekilde köylülere:

-İşin sonu, akıbeti hakkında çok acele karar vermek doğru olmaz. Sizler sadece “At kayboldu” diyebilirsiniz. Bundan sonrası sizin yorumunuzdan ibarettir. Atın kaybolması hayır mı getirir, kötülük mü getirir, yoksa bir şans mı veya talihsizlik mi, bunu henüz bilmiyoruz, demiş.

İhtiyar adamın sözleri köylüleri hayli güldürmüş ve:

-Bu adam bunadı, ne değini bilmiyor, diye kendi kendilerine söylenerek oradan ayrılmışlar.

Aradan 5-10 gün geçmiş ki, at kendi kendine çıkıp gelmiş. Bakmışlar ki at çalınmamış. Nasıl olmuşsa bağlı olduğu ip çözülmüş ve at dağlara gitmiş. Gelirken de peşinden 12 vahşi atı takıp peşine getirmiş.

Köylüler durumu görünce ihtiyar adamdan özür dilemişler ve:

-Sen haklıydın. Atının kaybolması bir talihsizlik ve şanssızlıktı değil, büyük bir kazanç oldu senin için? Şimdi bir at sürüsüne sahipsin, dediler. Bunun üzerine ihtiyar köylülere:

-Yine çok acele hüküm veriyorsunuz. Sadece atımım geri döndüğünü söylersen daha iyi olur. Zira asıl gerçek bu. Bundan sonra ne olur henüz hiçbirimiz bilmiyoruz. Bu sadece başlangıcı. Bir kitabın ilk birkaç cümlesini okuyup kitap hakkında temel bir edinebilir miyiz? Demiş.

Köylüler yine dalga geçmişler ihtiyar adamla,

-Bu adam gerçekten bunamış, demişler.

Aradan bir hafta geçer geçmez, ihtiyar adamın oğlu o yabani atları terbiye etmeye, ehlileştirmeye çalışırken attan düşmüş ve ayağı kırılmış. Evin önemli işlerini yapan oğlu tedavi olmak için uzun süre çalışamaz duruma düşmüş. Köylüler durumu öğrenince:

-Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlardan dolayı oğlun uzun süre bir iş yapamayacak. Sana bakacak ve işlerini görecek de kimsen yok. Şimdi eskisinden daha zor durumdasın. Allah yardımcın olsun! Demişler.

Köylülerin bu sözleri üzerine ihtiyar adam tebessüm etmiş ve

-Siz hakikaten acele hüküm verme hastalığına yakalanmışsınız. O kadar acele hükümler ve kararlar fayda getirmez. Oğlumun sadece ayağı kırılmıştır. Söyledikleriniz sadece sizin aceleye gelmiş hükümlerinizdir. Ama ne kadar doğru olduğu henüz belli değildir. Hayatın esas gerçekleri insanlara küçük parçacıklara halinde gelirler ve sonra ne olacağı insanlara bildirilmez. Diye karşılık vermiş.

Aradan geçen birkaç hafta sonra düşman orduları saldırınca kral ülkesini korumak için görevlilerine bütün köyleri dolaşıp eli silah tutan bütün gençleri askere almaları emrini vermiş. Görevliler ihtiyar adamın köyüne gelmişler ve ayağı kırık olan ihtiyar adamın oğlu dışında bütün gençleri alıp götürmüşler.

Bütün köyü dert kaplamış. Zira savaşın kazanılma ümidi yokmuş. Giden gençler ya savaşta ölecek ya da esir düşüp köle olarak satılacaklarmış. Köylüler yine ihtiyara gidip:

-Yine senin haklı olduğun anlaşıldı. Oğlunun ayağı kırık ama senin yanında. Bizim çocuklarımız akıbeti ise hiç belli değil, belki artık geriye hiçbir zaman dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması hayırlı imiş de biz anlayamamışız demişler.

-Siz yine acele hüküm vermeye devam edin durun, demiş ihtiyar adam. Esasen ne olacağını hiç kimse bilemez. Bildiğim şey sadece benim oğlumun yanımda sizinkilerin ise askerde olduğudur. Ama bunların hangisinin iyi hangisinin kötü olduğunu, bunun hayır mı, şer mi olduğunu yalnızca Allah bilir, demiş.

LAO- TZU hikâyeyi anlattıktan sonra yanındakilere şu nasihatlerde bulunmuş

-Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısıyla ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.

Yalan Dostluk Hikayesi

Arkadaşlıkları 13 yıl önce başlamış. Aynı is yerinde çalışıyorlarmış. Arkadaşlıkları zamanla sıkı bir dostluğa dönüşmüş. Çoğu zaman birbirlerine ailelerinden daha yakın olmuşlar. O kadar ki altlı üstlü yaşamaya karar vermişler. Bir dolu badireyi hep beraber aşmışlar.

”Boşanmışlar, tekrar evlenmişler, tekrar boşanmışlar, iş değiştirmişler, parasız kalmışlar, en yakınlarının kayıplarını yaşamışlar. Hani evlenirken söylenen bana çok sahte gelen ”iyi günde kötü günde” cümlesi var ya onlar için asla sahte olmamıştı. Nikahlarda, mahkeme salonlarında, cenazelerde hep yan yana durmuşlar.

Hayatları duygusal acıdan iyice zorlaştığı bir dönem, bu iki dosttan biri biraz hırçın bir hal almış. Sadece en yakın dostunu değil etrafındaki herkesi kırmaya başlamış.

”Olabilir nasıl olsa geçer diye düşünmüş diğeri. Geçmemiş hatta dozu gün geçtikçe artmış. Sonunda daha sakin olan işle ilgili bir nedenle patlamış. Uzun zamandır susmanın ardından gelen bir patlama olduğundan sesi biraz yüksek çıkmış. Diğeri bunu kaldıramamış ve ilişkilerini noktalamış.

İncir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenle yılların dostluğu sona ermiş. Kimse kimseyi aramamış. İkisi de kendini haklı gördüğü için adımın diğerinden atılmasını bekliyormuş. O adım hiç atılmamış. 2 yıl öyle sessiz sedasız geçmiş. Sonra biri diğerinin çok mutlu bir süre beraberlik yaşamaya başladığını duymuş. Bir süre tereddüt ettikten sonra telefonuna mesaj çekmiş:

”Hayatına birinin girdiğini duydum. Geçmişe inat çok mutlu olursun inşaAllah.”

Heyecanla beklemeye başlamış. Yarım saat geçtikten sonra:

” Pardon da siz kimsiniz, numaranız bende kayıtlı değil.”

Bu dostluğun gerçekten bittiğini işte o zaman anlamış mesajı çeken!

Düşmandan Dost Olmaz Hikayesi

Akşam vakitleriydi… Güneş yeni batmış ve akşamın karanlık örtüsü her yeri kaplamıştı. Gecenin cazip yönleriyle beraber vahşi yönleri de ortalığı kaplamıştı. Uluyan köpekler, öten baykuşlar… Gündüzün aksine, her taraf tehlike kokuyordu.

Yemeğini yemiş halde aheste aheste yürüyen hamam böceği de, pür dikkat kesilmiş ve tehlikelere karşı bütün önlemini almaya çalışmıştı. Ancak duyargaçları ileride bekleyen örümceği ve ağını algılamamıştı. Bir anda kendini, örümceğin ağlarında bulmuş ve muazzam bir şekilde korkmuştu. Hele birde kendisine doğru yavaş yaklaşan örümceği görünce iyice afallamıştı. Çırpınıyor, ağlardan kurtulmaya çalışıyor; ancak çabalarının boşa olduğunu görüyordu. Örümcek konuşur:

-Boşuna debelenme, sen benim avımsın…

-Lütfen örümcek kardeş, benim bir tutam gövdem var, beni yeyip ne yapacaksın?

-Bu doğanın kanunudur böcek kardeş, karnımı başka nasıl doyura bilirim?

Bu lafları derken bile örümceğin ağzı sulanmış ve salyalarını akıta akıta yürümesini sürdürmüştü. Tam bu sırada yaklaşan akrep gözüne ilişir ve kısık bir sesle:

-Eyvah! Benim de sonum geldi…

Kısık bir sesle söylemişti, ancak hamam böceği olanları takip etmiş ve örümceği duymuştu. Ona bir öneride bulunup hayatını kurtarabileceğini düşünür ve konuşur:

-Örümcek kardeş, ben seni bu akrepten kurtarırım, ancak beni salman koşuluyla…

Başka çaresi olmadığını düşünen örümcek, hamam böceğini serbest bırakır. Hamam böceği iyice yaklaşmış olan akrebin üzerine yürür. Akrep onu sokmaya çalışır, ancak çok kalın olan zırhından iğnesini geçiremez… Akrebi parça parça yiyen hamam böceği, örümceğin iştahının da kabarmasına neden olmuştur. Örümcek, bir taraftan yeme seansını seyreder, bir taraftan da ağzındaki salyaları silerek konuşur:

-Afiyet olsun böcek kardeş…

Yeme işlemi bittikten sonra örümcek konuşur:

-Gel sana bir sarılayım böcek kardeş, beni büyük bir tehlikeden kurtardın…

Gayet uzak durmaya çalışan hamam böceği konuşur:

-Biraz önce doğanın kanunlarından bahsediyordun, o zaman işleyen kanunlar şimdi işlemeyecek mi? Ben sana söz verdiğim için bu akrebi ortadan kaldırdım, yoksa senin için değil.

Uzaklaşırken konuşmasını sürdürür:

-Unutma ki: “Domuzdan post, düşmandan dost olmaz.”

Arkadaşlık ve Dostluk İle İlgili Hikaye

İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Fleming’di adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor.

Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acılı bir ölümden kurtardı.

Ertesi gün Fleming’in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi.

Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini.

‘‘Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi.

Yoksul ve onurlu Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi.

Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü.

‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat.

Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi.

Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.‘‘

Bu konuşmalar sonunda Fleming’in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü.

Aradan yıllar geçti.

Çiftçi Fleming’in oğlu Londra’daki St. Mary’s Hospital Tıp Fakültesinden mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.

Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı.

Onu ne mi kurtardı?

Penisilin!

Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill.

Oğlunun adı: Sir Winston Churchill.

Kurtaran doktor: Çiftçinin oğlu Sir Alexander Fleming.

Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın.

Hiç acı çekmemiş gibi sevin.

Hiçbir şey beklemeden verin.

Karşılığı nasıl olsa gelecektir.

Exit mobile version